Temel
savaşta yanında 10 arkadaşıyla
birlikte düşmana esir düşmüş.
İlk gün işkence sonunda ekipten
5 tanesi bülbül gibi konuşmuş.
2. gün 3 kişi daha dayanamamış
itiraf etmiş.
3. günün sonunda bir tek Temel
kalmış.
4. gün işkencenin dozu artmış,
Temel'den çıt yok.
5. gün, işkence iyice ağırlaşmış
ama Temel yine aynı 2 hafta
sonra, Temel'i kaldığı hücrede
izlemeye karar vermişler.
Bizim Temel, hem kafayı duvara
vurmakta, hem de
söylenmekteymiş:
- Haturla...Haturla...Haturlaaa...
HALİMIZE ŞÜKREDELIM
Dursun, çok feci bir trafik
kazası geçirir... Koma halinde
hastaneye kaldırırlar. Tedavi
olurken kendine gelir. Yatağında
bakar ki bir kolu yok... Hepten
morali bozulur, asabileşir. Bir
taraftan da hastaneyi birbirine
katar:
-Ben tek kolla nasıl yaşarım
şimdi!
Diye bağırıp çağırır. Kendini
hastanenin penceresinden atıp
intihar edeceğini söyler.
Doktorlar başına toplanır,
bakarlar Dursun ciddi, başlarlar
nasihata:
-Bak evladım, insan tek kolla
da yaşayabilir, ölmediğine
şükretsene. Sonra beterin beteri
var. Geçen yıl Temel de kaza
geçirdi. Onun iki kolunu birden
kesmek zorunda kalmıştık... Ama
o senin gibi bağırıp, hastaneyi
birbirine katmadı. Şimdi de gül
gibi yaşayıp gidiyor. İnanmazsan
git de bak.
Dursun, bir an sakinleşir,
gider yukarı mahallede Temel'i
bulur. Bir de bakar ki, Temel'in
hakikaten iki kolu kesik ama,
Temel bahçede kıvır kıvır
oynuyor, hem de nasıl oynuyor...
Bizim Dursun'un kafası karışır
ve hayretle Temel'e yaklaşır:
-Ula Temel, eyi ki seni gördüm,
yoksa hayatum gideyidi. Ula
bizim bi kolumuz kesildi diye
intihar edeceğidum. Ama senin,
iki koli kesik vaziyette, hem de
bi dansöz gibi oynamana karşı
teselli oldum... Şu dünyanın
haline bak, benum tek kolum
kesildi diye intihar edecek
kadar beyinsuzum, sense iki koli
yok göbek ataysun... Derken,
Bizim Temel patlar:
-Ula sen manyak misun, ne göbek
atmasi. Sırtım fena halde
kaşuniyi... Patlayrum.
E-POSTA...
Şubat ayının soğuk günlerinde,
ikisi de Amerika'nın değişik
bölgelerinde, ayrı
ayrı iş gezilerinde olan
Dursun'la karısı, Florida'da
buluşup yaz sıcaklarının
yaşandığı bu bölgede, bir kaç
gün geçirmeye karar verirler.
Eşi, Dursun'dan önce gider
Florida'ya ve ertesi gün için
Dursun'a da yer ayırttıktan
sonra, ona bir e-posta gönderir.
Fakat mesaj, adreste bir harfi
yanlış yazdığı için, Dursun
yerine, bir gün önce karısı ölen
Temel'e gider. Yaşı da epeyce
ilerlemiş bulunan Temel,
bilgisayar ekranında mesajı
okuyunca, korkunç bir çığlık
atar ve düşüp bayılır. Zaten çok
üzgün olan Temel'in bu çığlığı
üzerine ev halkı odaya dolar ve
herkes yerde yatan Temel'e
yardım için koşuşturmaya başlar.
Temel, bir süre sonra kendine
gelir ve niçin çığlık attığını
soranlara, bilgisayar ekranını
gösterir:
"Sevgili Kocacığım,
Bugün, buraya ulaşır ulaşmaz,
önce yarın senin gelişinle
ilgili tüm işlemleri tamamladım,
sonra da bana ayrılan yerime
yerleştim. Burası gerçekten de
dedikleri gibi çok sıcak... Seni
dört gözle bekliyorum..."
(Karın)
|
|
|
Saygideger Hakim Bey..
Saygilarimla
size açiklama özgürlügümü kullanarak
bazi seyleri bildirmek istiyorum
Umarim bu durumu en kisa zamanda
açikliga kavusturursunuz..
Su günlerde askerlige çagirilacagim.
Yasim 24 ve 44 yaşında bir dul
bayanla evlendim, kendisinin de bir
kizi var 25 yaşında.
Babam ise bu bahsetmis oldugum kizi
ile evlendi.
Böylelikle Babam, karimin kizi ile
evlendigi icin damadim olmus oldu.
Bunun üzerine kizim da üvey annem
olmus oldu babamla
evlendigi icin..
Hanimimin ve benim gecen sene bir
oglumuz oldu.
Oglum hanimimin kizinin erkek
kardesi oldu, ayni zamanda Babamin
da enistesi. Birde üveyannemin erkek
kardesi oldugu icin dayi oldu.
Anliyacaginiz benim oglum benim
dayim oldu..
Babamin esi sene sonunda dünyaya bir
erkek cocugu getirdi.
O babamin oglu oldugu icin benimde
erkek kardesim, vede kizimin oglu
oldugu icin de torunum.
Yani beni torunumun erkek kardesiyim.
Ayrica bir Annenin evladinin babasi
esi olduguna göre bende Esimin
Kizinin babasiyim vede kizimin erkek
cocugunun erkek kardesiyim.
Kisacasi kendimin büyükbabasiyim..
Sayin Savci bey sizden ricam beni
Askerlik görevimden azl
etmenizdir, sizde biliyorsunuz ki
kanunlarimizda Baba, Ogul ve
Torun ayni zamanda askerlik
yapamazlar..
Saygilarimla..
Not: Pskolojik
rahatsizliklardan ve
(!)Ailedeki dengesizliklerden dolayi
bu
genc adam askerlikten men edilmistir
(Dosyasina bu sekilde islenmis..)
|
|
Sanal Sergi [ Bilim Teknik ] |
Bilim Teknik
Dergisi'nin
web sayfasında
okurların
tematik ve serbest
konularda
gönderdikleri
fotoğrafların
konulduğu bir sanal
sergini olduğunu
biliyormuydunuz.
(Artık biliyorsunuz)
Sizde burada Sizde
aylık olarak
yenilenen "ayın
fotoğrafları"
köşesinde yer almak
istiyorsanız
çalışmalarınızı
buraya
gönderebilirsiniz.
Tabii bunun bazı
koşulları var>>>
Sanal Sergi
sayfası için
kediye Tıkla
Ayrıca
Ders kitaplarında
okuduklarınızı
zihninizde
canlandıramıyorsanız
"Bilgi Paketleri
Köşesi"ni bir ziyaret
edin
|
|
İKİ KURBAĞA
Biri beyaz,
diğeri
siyah renkteki
kurbağalarımızın huy ve mizacı
tıpkı renkleri gibi zıtmış. Ak
kurbağa ne kadar iyimserse
Karakurbağa o kadar
kötümsermiş. Ak
kurbağa birşeye “ak” mı dedi; o
hemen atılıp “kara”
dermiş. Her şeyin olumsuz
tarafını görmeye o kadar alışmış
ki, gördüğü her şeyi eleştirmeyi
neredeyse meslek haline
getirmiş.
Yağmur yağsa,
Karakurbağa:
“Offff! Olacak şey mi
şimdi bu?” diye şikayete
başlarmış. “Yağmurda ne derenin
tadı olur, ne de ortalıkta
avlayacak sinek
bulunur. Nefret ediyorum
yağmurdan!”
Arkadaşının aksine her şeyin
güzel tarafını görmeyi seven
Akkurbağa cevap vermeden
edemezmiş:
“Haksızlık etme lütfen!
Sırf senin keyfin bozuldu diye
güzelim
yağmura niye düşman
oluyorsun ki? Hem söylesene,
yağmur yağmasa bizim
evimiz-yurdumuz olan dereler,
sazlıklar, bataklıklar kalır mı
ortada?”
Elbette o bu sözlerini
tamamlayamadan Karakurbağa
atılırmış:
“Tamam tamam, bay çok
bilmiş kurbağa! Biliyor musun,
sen tam da insanların sözünü
ettiği şu
Polyanna’ya
benziyorsun. Mutluluk rolü
oynayacağım diye saçma sapan
sözler ediyorsun. Hani,
uçurumdan aşağı düşsen, ‘bak ne
güzel uçuyorum’ diyeceksin
neredeyse. Azıcık gerçekçi olsan
ya canım!”
Akkurbağa genelde bu
tür tartışmaları uzatmak istemez
ve şöyle dermiş:
“Gerçeği görmek için
asıl kendi kötümser bakışını
terk etmelisin.”
İşte böyle iki zıt
kutupmuş kurbağalarımız...
Günlerden birgün canları
sıkılınca derenin yakınındaki
köye doğru gitmeye karar
vermişler. Akkurbağa:
“İstersen fazla
yaklaşmayalım, biliyorsun
yaramaz çocuklar bizi görürse
canımızı acıtabilirler” dediyse
de, Karakurbağa ısrar etmiş:
“Akşamın bu
karanlığında çocuklar bizi
nereden görsün Allah aşkına! Şu
en yakındaki evin oraya kadar
gidelim, sonra geri döneriz.
Korkaklığı bırak şimdi.”
Akkurbağa, korkaklıkla
suçlanmaktan çekindiğinden,
çaresiz kabul etmiş.
Köye girmişler ve evin
yanına gelmişler. Akkurbağa
sıkıntılı bir vıraklama ile
“Hadi, artık dönelim, içimde
kötü duygular var!” demiş
demesine, ama Karakurbağa
heyecanla atılmış:
“Gel bir oyun oynayıp
öyle dönelim. Şuradaki yüksek
kovayı
görüyor musun? İkimiz aynı anda
üstünden zıplayacağız. Bakalım
yarışmayı kim kazanacak?”
“Akşamın bu vaktinde bırak
böyle çocuklukları lütfen!” diye
itiraz edecek olmuş Akkurbağa,
ancak yaramaz arkadaşı bir türlü
fikrinden vazgeçmemiş. Hatta
“Dediğimi yapmazsan, seninle
artık arkadaş olmam!” diye
tehdit bile savurmuş. Bunca
yıllık arkadaşını kaybetmek
istemeyen Akkurbağa bu teklifi
de istemeye istemeye kabul
etmiş.
İki kurbağa hızla koşup
zıplamışlar. Ama ne olduysa o
zaman olmuş ve tam kova
dedikleri şeyin üzerinde
çarpışıp içine düşmüşler! Acı
gerçeği o zaman anlamışlar:
üzerinden atlamaya çalıştıkları
o şey, yarısına kadar dolu
kocaman bir süt güğümü değil
miymiş meğer!
Yorulana kadar
giriştikleri denemelerin
sonucunda başka bir gerçeği daha
anlamışlar: Güğümün kenarları
zıplayıp çıkmalarına imkân
vermeyecek kadar yüksekmiş.
Karakurbağa ümitsizlik içinde
haykırmış:
“Mahvolduk! Buradan
çıkmamız mümkün değil! Bu
güğümün içinde ölüp gideceğiz.”
“O kadar kolay pes etme
bakalım” diye karşılık vermiş
Akkurbağa. “Çıkmadık candan ümit
kesilmez. Kim bilir, hiç
ummadığımız bir anda imdadımıza
yardımsever bir el yetişir belki
de.”
Karakurbağa acı bir
kahkaha attıktan sonra şöyle
demiş:
“Benim kurbağa Polyannam!
Neler sayıklıyorsun sen? Bari
böylesi bir haldeyken hayal
görmekten vazgeç.”
“Ben hayal filan
görmüyorum. Nasıl bilmiyorum,
ama buradan kurtulacakmışız gibi
bir his var içimde. Kendini
koyuverme sakın!”
Ne yazık ki, Karakurbağa’nın
ümitsizliği her geçen dakika
bütün kalbini daha çok kaplamış
ve ümitsizliği arttıkça
bacaklarındaki güç ve kuvvet de
azaldıkça azalmış. Ve en
sonunda:
“Bacaklarımda derman kalmamış.
Hakkını helal et kardeşim!”
deyip sütte yüzmekten vazgeçmiş.
Bir-iki dakika sonra da son
nefesini vermiş...
Akkurbağa arkadaşının bu
kadar kolay vazgeçip ölmesine
çok üzülmüş, fakat ümidini hiç
yitirmemiş. Sürekli şu şekilde
yalvarmış Allah’a:
“Darda kalanların sesini
ancak Sen duyar, onların
imdadına ancak Sen koşarsın!
Senin rahmet ve şefkatin süt
güğümüne düşmüş zavallı bir
kurbağaya da yetişir elbet!
Kurtar beni Allahım!”
Akkurbağa bu şekilde
yalvarırken, bir taraftan da
sebebini bilmeden sütün içinde
var gücüyle çırpınmış.
Karanlıkta, yapayalnız, çaresiz,
ama hiç ümitsizliğe düşmeden...
çırpınmış, çırpınmış, çırpınmış.
Bu hal dakikalarca devam etmiş.
Bir ara arka tarafından
ayağına birşey çarpmış. Dönüp
baktığında bunun irice bir
tereyağı topağı olduğunu görmüş.
Oraya nereden geldiğini
düşününce, bu tereyağının
farkında olmadan kendi
çırpınışlarıyla meydana
geldiğini anlamış. Gözleri
sevinçle parlamış, çünkü bu onun
kurtuluş vesilesi olabilirmiş!
Azalmaya yüz tutan gücü,
ummadığı kadar artmış. Bu defa
niçin yaptığını bilerek
bacaklarını yine çırpıp durmuş.
Bir saat kadar sonra tere yağ
topağı o kadar büyümüş ki, onun
üstüne basıp zıpladığı gibi
güğümün dışına atlamış ve ilk
sözü şu olmuş:
“Rahmetinden ümidimi
kestirmediğin ve imdadıma
yetiştiğin için Sana şükürler
olsun Allahım!”
|
|
|
|
|