Fosil Kurtlar Vadisi
[ Tarihimize sahip çıkalım ! ]
Kahramanı "Talat Yerimdar" olan bu videoyu çok
önce izlemiştim. Fakat paylaşmak şimdiye
nasipmiş.
İlk kısa filmi olan
"Yüzsüzler"in
büyük ilgi toplaması üzerine genç yönetmen
Yavuz, bu kez Kurtlar Vadisi Irak'tan
etkilenerek ikinci kısa filmi olan "Fosil"i
çekti. Tamamen amatör ruhla gerçekleştirilen
yapımda yer alan oyuncular da genç yönetmenin
arkadaşları.
Küçük bir istiridye yıllar boyu
denizlerde dolaşmış. Balıklarla, bitkilerle
ilgilenmiş. Kendisiyle de ilgilenilmesini çok
istiyormuş, ama kimse onunla
ilgilenmiyormuş.“Onun gibi binlercesi var”
diyorlarmış, “hiçbir özelliği olmayan bir
istiridye işte!...”
Burun kıvırıp yanından geçiyorlarmış. Günlerden
bir gün şöyle papatya gibi açılmış yüzerken, bir
minicik kum taneciği kaçmış karnına. Önceleri
aldırmamış.”O küçümen şey bana ne yapabilir ki?”
diye düşünmüş. Fakat zamanla karnı ağrımaya
başlamış. O zaman anlamış kum tanesini
küçümsemekle hata ettiğini. Anlamaya anlamış,
ama iş işten de geçmiş. Çok uğraşmasına rağmen,
minik kum tanesinden kurtulamamış. “O zaman ben
de onunla birlikte yaşamayı öğrenirim” diye
geçirmiş içinden, “artık o benim bir parçam.” Ne
hayata küsmüş, ne gelecekten korkmuş, ne de
umudunu yitirmiş, sadece sabırla ve özenle
beklemiş. Gel zaman, git zaman, istiridyeciğin
ağrıları artmış. Bazen dayanılmaz derecede ağrı
duyuyor, göz yaşlarını tutamıyormuş. Sonunda
istiridye dünyasının en meşhur doktoruna gitmeye
karar vermiş. Doktor istiridyeciği iyi bir
muayeneden geçirdikten sonra, bilgiç başını
sallayarak gülümsemiş:
“İçinde bir inci oluşuyor” demiş.
“Kötü bir şey mi?” diye sormuş istiridyecik,
üzgün bir sele.
“Aksine çok iyi bir şey” demiş doktor, “inci çok
değerli bir maddedir. Onun sayesinde sıradan bir
kabuk olmaktan kurtuldun, artık sen de çok
değerlisin.”
İstiridyecik duyduklarına çok sevinmiş.
Haftalardır ilk defa kendini mutlu hissetmiş.
Evine dönmüş. İçeri girer girmez kapısı
çalınmış. Bakmış karşısında iri bir istiridye:
“Sana dokunabilir miyim kardeş?” diye ricada
bulunmuş, “şimdiye kadar inci taşıyan bir
istiridyeye hiç dokunmadım da…”
İstiridyeciğin koltukları kabarmış: “Tabii
dokunabilirsin” demiş.
Konuk istiridye karnına dokunmuş ve çok mutlu
olmuş. “Keşke benim karnımda da bir inci olsa”
diye yakınmış.
Ardından yaşlı bir istiridye gelmiş . Bir
zamanlar karnında kocaman bir inci taşıdığını,
insanların onu avladığını, karnındaki kocaman
inciyi çaldıklarını, tekrar denize
bıraktıklarını, yeni hayata alışana kadar çok
çile çektiğini anlattıktan sonra,
“Kendine dikkat et, sakın inciyi kaptırma!” diye
tembihlemiş.
Sonra çeşit balıklar, deniz yıldızları, deniz
anaları gelmişler, incisini kutlamışlar…
Hatta içinde taşıdığı değerli incinin şerefine
bir kutlama partisi teklif etmişler, ama
istiridyecik olayın çok abartıldığını
düşündüğünden kabul etmemiş.
İstiridyenin içindeki yeni oluşum (inci oluşumu)
önce mimi minnacık bir kum tanesiyle başladı…
İstiridyenin içini acıttı. İstiridyecik acılara
katlandı, dayandı; içindekiyle birlikte yaşamaya
karar verdi ve emeğiyle, sabrıyla onu besledi,
etrafını ördü…
İnciyi oluşturup olgunlaştıran, istiridyenin
içinde gelişen yeni duruma dayanma kararlılığı,
geleceğe güveni ve gelecekten umuduydu…
Sonuç olarak, istiridye, içindeki bir acıyı
emeğiyle, çabasıyla, sabrıyla ve umuduyla bir
tabiat harikasına dönüştürmüştü…
Bunun için kendimize sormamız gereken soru şu:
“Ben bir istiridyeden daha mı beceriksizim?”
Merak etmeyin: İstiridyeye “musahhar” olan
“inayet”, bize de “musahhar” olacaktır.
Ne biliyorsunuz: Belki, bugün size acı veren
sancılar büyük, toplumsal bir inciyi
oluşturmaktadır?
Unutmayın: Hz.
İbrahim ateşe atıldığında orada bulunan
herkes onun yanıp kül olacağını umuyordu…
Unutmayın: Hz.
Yusuf’u kuyuya atanlar, orada ölüp
gideceğini düşünüyorlardı…
Unutmayın: Hz.
Yunus’u denize fırlatanlar, özellikle
koca bir balık tarafından yutulduğunu gördükten
sonra, ondan kesinlikle kurtulduklarına
hükmetmişlerdi…
Unutmayın: Hz.
Hacer’i oğlu İsmail’le kadın başına çölde
görenler işinin bittiğini, kurda-kuşa yem
olacağını sanmışlardı…
Ve unutmayın:
Hz. Muhammed (s.a.v) Mekke’den hicrete
zorlayanlar, bir daha asla geri dönemeyeceğini
inanmışlardı.
Fakat ne oldu: Nemrut ateşi gülistana dönüştü,
Hz. İbrahim
o gülistanda yedi gün geçirdikten sonra,
gülümseyerek çıktı ve en mutlu günlerini
geçirdiğini söyledi. Hz. Yusuf
kuyuya sarkıtılan bir kovanın ipine
tutunup kurtulduktan sonra Mısır kralının sağ
kolu oldu: Kendisini kuyuya atanlara buğday
verdi. Hz. Yunus’u
yutan koca balık adeta bir denizaltına dönüşüp
şerefli konuğunu rahat ettirdi, sonra da gezdire
gezdire sahile çıkardı. Hz. Hacer’e
zemzem ikram edildi, oğluyla uzun yıllar o
bölgede yaşadı. Hz. Muhammed
(s.a.v), terk zorunda kaldığı Mekke’ye,
çıkışından on yıl gibi kısa bir süre sonra bir
fatih olarak geri döndü ve Mekke’lilerin de
halifesi oldu.
Elimizden geleni yaparsak, ikram ve inayeti hak
ederiz.
Ve İstanbul kuşatması sırasında Akşemsettin'in
Fatih'e söyledikleri:
"Kul tedbir alır. Allah takdir eder. Hükümü ve
delili sabittir. Lakin kul elinden geldiği kadar
gayret göstermekte kusur etmemelidir."
Çiçeğin Suya
Aşkı
Günün birinde bir çiçekle
su
karşılaşır ve arkadaş olurlar. İlk önceleri
güzel bir arkadaşlık olarak devam eder
birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır
birbirlerini tanımak için. Gel zaman, git zaman
çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi
içine sığmaz artık ve anlar ki,
su'ya
aşık olmuştur. İlk kez aşık olan çiçek, etrafa
kokular saçar, "Sırf senin hatırın için ey
su"
diye... Öyle zaman gelir ki, artık
su
da içinde çiçeğe karşı bir şeyler hissetmeye
başlamıştır
Zanneder ki, çiçeğe aşıktır ama
su
da ilk defa aşık oluyordur. Günler ve aylar
birbirini kovalar ve çiçek acaba "Su
beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar. Çünkü
su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek,
alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.
Çiçek,
suya "Seni seviyorum der.
Su,
"Ben de seni seviyorum" der. Aradan zaman geçer
ve çiçek yine "Seni seviyorum" der.
Su,
yine "Ben de" der. Çiçek, sabırlıdır. Bekler,
bekler, bekler... Artık öyle bir duruma gelir
ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez
suya
"Seni seviyorum." der.
Su
da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." der
ve gün gelir çiçek yataklara düşer.
Hastalanmıştır çiçek artık. Rengi solmuş,
çehresi sararmıştır çiçeğin. Yataklardadır artık
çiçek.
Su da başında bekler çiçeğin, yardımcı
olmak için sevdiğine... Bellidir ki artık çiçek
ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek
çiçek,
suya der ki; "Seni ben, gerçekten
seviyorum." Çok hüzünlenir
su
bu durum karşısında ve son çare olarak bir
doktor çağırır nedir sorun diye...Doktor gelir
ve muayene eder çiçeği. Sonra şöyle der doktor:
"Hastanın durumu ümitsiz artık elimizden bir şey
gelmez."
Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne
sebep olan hastalık nedir diye ve sorar doktora.
Doktor, şöyle bir bakar
suya
ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum...
Bu çiçek sadece
susuz
kalmış, ölümü onun için" der. Ve anlamıştır
artık su,
sevgiliye sadece "Seni seviyorum" demek
yetmemektedir... "
Apartmanda
Yaşam
Be Sehir Adami
Donuk bakisin, heykel durusun var,
Selamsiz dolasirsin be sehir adami.
Katlarin, yatlarin, tonlarca kurusun var,
Paraya-pula çalisirsin be sehir adami.
Apartmanda hapissin, balkon hava yerin.
Gürültü, kesmekes degismez kaderin.
Yapay selale karsisinda azalsa da kederin,
Huzuru, refahi ararsin be sehir adami.
Kapilar ardindan törenle çikarsin sokaga.
Binalar arasinda özlem duyarsin topraga.
Dayanamazsin yesile, aldirmazsin yasaga.
Çayira, parka kosarsin be sehir adami.
Bencillik zirvede, dünya sanki çevrende.
Evin, araban varsa tamam, keyfin yerinde.
Komsudan habersizsin, zevk ü sefa içinde,
Ne ahi, ne vahi duyarsin be sehir adami.
Gece gündüz gözün hep televizyonda.
Kulagini sorarsan o da cep telefonunda.
Stresini atarsin bilgisayarda, sanal oyunda.
Bosa güler, bosa aglarsin be sehir adami.
Al sehir adamini Sandalî, altin suyuna batir.
Yine bir sey degismez, çünkü asli bakir.
Derinlik, ufuk yok, her seyiyle tamtakir,
Zamana, devrana uyarsin be sehir adami. Ahmet Sandal
Bunun Sonu
Var
mı ? >>>
Yaşadıkça
Acayipleşiyor muyuz?
Ne acayip şu dünya. İnsanoğlu ne acayip. Aynı
anda yaşayabiliyoruz bir yandan ölülerimizi
gömerken, nefretle aşk yaşayabiliyoruz...
Doğruların peşinde koşmaktan konuşuyoruz, samimiyeti
yalanlara boğuyoruz. Susmayı erdem kılarken,
sözcükler nefessiz kalıyor.
Ha babam konuşuyoruz.Kendimizi haklı sanıyoruz ya
başkaların da hep haksız buluyoruz bizim mutlak
gerçekliğimiz mevzularımızın muğlak gevşekliğinde
eriyor. Sahiciliğimizi, sahiden yitiriyoruz.
Kendimizi İpe sapa gelmez olayların içinden,
kendimize oyuncak zaferler üretiyoruz...
Yüzümüzdeki ciddiyet, denk düşmüyor içimizdeki oynak
ruhla, aynaya bakmayı yüreğimiz yemiyor.
Harama kadeh kaldırıyoruz, ezanla namaza duruyoruz.
Kul hakkı yerken, orucumuzu sıkı sıkı tutuyoruz.
Elbet inanıyoruz da, kimin iyi kimin kötü kul
olduğunu, hiçbirimiz bilmiyoruz...
Yanmayı göze alıyoruz bazen yanarız diye
yaşamıyoruz. Karanlıkta öylece, kokup bulaşmadan
yaşlanıyoruz.Yanmayı Hakkımızı istiyoruz kavga
dövüş, bizden hak sorana ‘müstehak’ diyoruz.
Herkese özgürlük istiyoruz ya, aslında gardiyanlığa
can atıyoruz. En demokratımız, en faşist çıkıyor
birden. Şovenizmin acımasız oltasına takılıyoruz.
Bir de bakmışız, alt üst olmuş kimliklerimizle
güreşe durmuşuz.
Birbirimizi yere çalıyoruz.Seviniyor, yerlerde
sürünüyoruz. Ölçüsüz coşuyor, coşunca birilerine
kurşun yağdırıyoruz. Ölüyor birileri, biz halay
çekiyoruz.
Yok olmamak için yok etmeye başlamış doğa, biz yer
açmaya çalışıyoruz doğanın içinden kendimize hala.
İnatla hayaller kuruyoruz, çocuklarımızı yeşil
bahçeler içinde meyve ağaçlarına tırmanırken
görüyoruz. Yarın suya, toprağa, yağmura muhtaç
olacağımızı, bal gibi biliyoruz aslında.
Ne acayip şu dünya, biz ne acayip duruyoruz
arşınortasında. Acaba acayip geliyor mu her insana,
yoksa ben mi acayipleşiyorum yaşadıkça?!.
Nesrin Yanık Çorakbaş
(aktifhaber) NTV de ve İNSAN programında
yayınlanan '
O '
an'lar
[ burada ] İşta Niyagara Şelalesi ( Çağlayanı )
(Niagara Falls!) [
Üstten -
yandan -
Canlı] Evlerimizdeki Truva Atı:Televizyon >>>>
Kum Fırtınası
nasıl birşey miş ?
26 Nisan 2005 tarihinde Irak'taki
bir Kum Fırtınası
Diğer Resimleri görmek isterseniz
buradan
buyrun >>>>
yine aynı siteden Muhtemelen ABD nin Irak'ı
işgalinde kullandığı
bombalar>>
Su Bisikleti [ Su
üzerinde zıplayarak ilerlemek ! ]
Su üzerinde hiç bir alet olmaksızın su
üzerinde zıplayarak yada yürüyerek ilerlemek mümkün
müdür? Pek mümkün değil gibi.. şimdilik
Peki su yüzeyünde herhandi biraletlezıplayarak ilerlemek mümkün mü ?
Benimkide soru işte yukarıda videosunu bile koymuşum
bu aletin. Evet Su üzerinde zıplayarak ilerlemeyi
sağlayanbu aletinnormal birbisiklettenfarkı tekerleklerinin olmayışı.
Fakat çok eğlenceli görünüyor.
Hatta zayılamk isteyenler için birebir. Belki
yakında yarışlarıda yapılır
(belki yapılıyordur)
Ayrıcaulaşım aracı
olarakta kullanılabilir(
çok hafif). Fakat dalgalı bir denizde ne
kadar kullanışlı olur bilemiyorum.
Araştırmak isteyenler için anahtar kelimeler:
AquaSkipper,
Water scooter, Water Bird