Vermeyince Ma'bud, ne yapsın Mahmud?. |
Ziya Paşa'nın ünlü Terkib-i Bend'inde yine ünlü
bir beyti vardır. Halk arasında dil persengine
dönüşmüş ve pek çok garibanın şikayetini dile
getirmesine medar olmuş bu beyitte
Paşa, Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez
buyurur.
"Gökyüzünden yağmur yerine inci ve mücevher
yağsa,
bahtı kapalı olanın bahçesine yine de bir
damlası düşmez."
demektir.
Türkçemizde Muhallebi yerken dişi kırılan
nasipsizden ata bindiği halde "ya nasib"i unutan
geline, güvendiği dağa kar yağan mareşalden
cemaziyelevveli keşf olunan mahzen memuruna
kadar pek çok insan bu beyti tekellümde
mazurdurlar. Ancak içlerinde bir tanesi, vardır
ki şair belki de bu beyti onu derhatır ederek
söylemiştir. Önce hikayeyi anlatalım:
Rivayet olunur ki, Sultan II. Mahmud, tebdil
gezdiği bir Ramazan gününde Üsküdar'da mücerred
bir kunduracının, boş örse çekiç vurarak her
hamlede “Tıkandı da tıkandı” dediğine şahit
olmuş. Merak saikiyle içeri girip bunun sebebini
sormuş. Adam anlatmış:
- Bir gece rüya gördüm. Çeşmeler vardı.
Bazılarından şarıl şarıl sular akıyor,
bazılarından sızıyor, bir tanesi de tıp tıp
damlıyordu. O sırada bir pîr-i nuranî belirdi.
Ona bu çeşmeleri sordum. "
- Şu şarıl şarıl akanlar, padişahımızın
talihidir. Sızanlar devlet erkanından filanca
paşaların ve falanca zenginlerin talihleridir.
Şu damlayan da senin talihindir." deyip
kayboldu. Yerden bir çöp aldım ve benim talihim
olan çeşmeye yaklaştım. Çöple biraz kurcalayıp
lüleyi açmaya çalıştım. Ah, ellerim kurusaydı!
Filvaki çöp kırıldı ve artık eski damlalar da
damlamaz oldu. O günden sonra müşterim kesildi,
kazancım bitti. İflas ettim, bu hale geldim.
Şimdi de talihimden şikayet ile "tıkandı da
tıkandı" zikriyle boş örsü dövüyorum. Padişah
kendini aşikar etmez ve saraya dönünce adamın
söylediklerini tahkike memur gönderir. Meğer
adamcağız herkes tarafından "Tıkandı Baba" diye
tanınmakta ve nasipsizliğiyle bilinmekteymiş. O
kadar ki çeşmeden su doldurmaya gitse kurnayı
bir kurbağa tıkar; bir mal almak için pazara
uğrasa, ona sıra gelmeden mal bitermiş.
Sultan, mübarek Ramazan ayında bu garibi
sevindirmek ister ve bir tepsi baklava
yapılmasını, her dilimin altına da bir sarı
altın konulmasını emreder. Sonra tepsiyi, bir
zengin konağından iftarlık geliyormuş gibi
gönderir. Nasipsizlik bu ya; Tıkandı Baba, bir
tepsi baklavayı bir iftarda yiyip bitirmek
yerine satıp parasıyla birkaç günler iftar
etmeyi düşünerek tepsiyi pazara çıkarmaz mı?
Padişah, durumu öğrenip üzülmüşse de niyetine
sadakat ile aynı minval üzere ertesi gün nar
gibi kızarmış bir hindi dolması yaptırıp yine
içini altın ile doldurarak Tıkandı Baba'ya
yollar.
Baba'dan baklava tepsisini satın alarak parsayı
toplayan uyanık müşteri, bu sefer yine kapıya
dayanıp Baba'nın aklını çelmenin yollarını
aramaktadır. Der ki: - Bre Tıkandı Baba! Sen
bir garip ademsin. Tek başına bu hindiyi nice
yiyeceksin. Gel sen yine bu hindiyi bana sat.
Pazarlık tamam olup hindi de kanatlanınca,
padişah bu derece safderunluğa aşırı derecelerde
öfkelenip derhal Tıkandı'yı saraya çağırtır.
Çavuşlar eşliğinde iftar vaktine yakın, karga
tulumba sarayın yolunu tutan Tıkandı Baba
telaşlanır.
"Bir suç işlemiş olmalıyım, ama ne ola ki!" diye
kara düşünceler içinde huzura alındığında
neredeyse bayılmak üzeredir. Bu hale padişahın
yüreği dayanmaz ve öfkesi merhamete döner.
Sultan, olup bitenleri anlattığı zaman Tıkandı
Baba hayretler içinde hünkarın ayaklarına
kapanıp, dualar, şükürler okumaya başlar.
Padişah ona son bir hak daha tanımayı isteyip
doğruca hazine-i hassa odasındaki altın ve
mücevher dolu sandıklardan birinin huzura
getirilmesini buyurur. Sandık gelir. Sultan
Mahmud selamlık dairesinin çini sobasının altını
yoklayıp küreği eline alır ve:
-Tut şu küreği! Sandığa daldır. Ne kadar alırsa
hepsini sana bağışladım, der. Tıkandı Baba,
fazlasıyla heyecanlanır. Sevinçten titreye
titreye küreği sandığa daldırır. Bir müddet
iteleyip çalkalar ve itina ile kaldırırsa da
kürek ters daldırılmıştır ve sandıktan ancak sap
kısmında bir tek kızıl altın ile çıkar. Baba
düşüp bayılır. Şair ruhu taşıyan hisli padişah
ise seçili bir üslupla o, tarihe geçen sözünü
söyler:
- Vermeyince Ma'bud, ne yapsın Mahmud?.
Hikmetinden sual
olunmayan yüce Ma'bud, kim bilir hangi kadere
binaen o küreği ters çevirmişti. Onca yıllık
Tıkandı Baba, acaba Açıldı Baba olsaydı kendisi
için daha mı iyi olurdu? Hem kim bilir belki de
sonradan Tıkandı Baba, haline şükretmiş ve
hayırlısını istemekten dolayı gani gönüllü bir
fakir olarak vefat etmiştir. Öyle ya, nasib işi
başka şeye benzemez. Hani ne demiş dedelerimiz:
Kısmetinse gelir Hind'den Yemen'den
Kısmet değil ise ne gelir elden
Kısmet ardında koşmak elbette kişinin borcudur;
illa kısmeti talepte ısrarcı davranmak ve bu
yüzden ayrık yollara sapmak meşru değildir. Kul
için en hayırlı kısmet, yine her şeyin
hayırlısını talep etmekten geçer. Velev şair:
Kara bahtım yoz olur
Taşa bassam iz olur
Ağustosta suya girsem
Balta kesmez buz olur
Sağlam bir iman ve akıldan nasibini aldıktan
sonra, kişioğlu, yürük at misali kendi nasibini
kendisi artırır. Sağlam iman, iyi ahlak, huzurlu
bir hayat.. hepsi birer nasib işidir ve kıymeti
bilinirse mal mülk nasibinden daha evladır.
Gerisi kabiliyete bakar. Nitekim,
Kabiliyyet dâd-ı Hak'dır her kula olmaz
nasîbSad hezâr terbiyye etsen bî-edeb olmaz
edîb
buyurulmuştur ve Allah bizi edebini muhafaza
eden kabiliyet sahiplerinden eylesin. Aksi
takdirde kısmetimiz, fani dünyanın fani işleri
peşinde ömür tüketmekten başka bir şey değildir.
Ve yine buyurulmuştur:
Kısmetindir gezdiren yer yer seni
|
|
PDF
Dergiler, Video Klipler [ Download ] |
|
Eski
zamanların birinde bir öküz sürüsü yaşarmış.
Yaşarmış yaşamasına, ama civardaki aslanlar bir
türlü rahat bırakmazmış onları. Hemen her gün
saldırırlarmış sürüye.
Öküz dediğin öyle yabana atılır bir hayvan değil
ki, bir araya toplandılar mı kolayca defetmesini
bilirlermiş o koca aslanları. Gerçi bir iki
sıyrık alırlarmış, ama yine de boyun eğmezlermiş
aslanların zorbalığına. Gün geçtikce aslanları
almış bir kaygı. Tavşan, fare gibi küçük
hayvancıklarla beslenir olmuşlar. Git gide
güçten düşmüşler. Eee aslan bu, hiç fareyle
doyar mı?
Her halde bize bu otlağı terk etmek düşüyor?
demiş aslanlardan birisi. Evet diye tasdik etmiş
diğerleri. Nereye gideriz diye düşünürlerken
?bir dakika? diye bir ses duymuşlar gerilerden.
Herkes dönüp bakmış sesin geldiği tarafa.
Sürünün en çelimsiz, ama kurnaz mı kurnaz bir
ferdi olan Topal Aslan?mış söze atılan. Hayır
demiş, hiç bir yere gitmiyoruz. Siz bana
bırakın, ben hallederim bu işi.
İnanmamış kimse ona, ama haydi bir şans
verelim ne çıkar diye düşünmüşler. O da almış
yanına bir iki aslan ve gitmiş öküzlerin yanına.
Beyaz bayrak çekmeyi de unutmamış. Öküzlerin
lideri olan Boz Öküz başta olmak üzere beş
irikıyım öküz yaklaşmış onlara. Sormuşlar ne
istediklerini. Topal aslan başlamış konuşmaya.
Bir yandan da
Boz Öküz’ün sivri ve kocaman boynuzlarına bakıp
ürperiyormuş.
Saygıdeğer öküz efendiler? diye başlamış lafa.
Bugün buraya sizden özür dilemek için geldik.
Biliyorum, sizleri çok defa incittik, kim bilir
kaçınızda pençemin izi vardır. Ama inanınız
bunların hiç birini isteyerek yapmadık. Biliniz
ki biz aslanlar, barışçı bir milletiz. Hele
öküzlerle hiç bir alıp veremediğimiz olamaz.
Evet, size defaatle saldırdık, ama niye biliyor
musunuz? Hep o sizin aranızdaki Sarı Öküz
yüzünden. Onun rengi öyle sizinkiler gibi değil
ki. Gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan
alıyor. Onu gördük mü ne kadar barışsever
olduğumuzu unutup size saldırıyoruz ve sürünüze
zarar veriyoruz. Yoksa bizim sizinle hiçbir alıp
veremediğimiz yok. Onun yüzünden hepiniz zarar
görüyorsunuz. Bir türlü rahat rahat
otlayamıyorsunuz, belki geceleri bile kükrememiz
uykunuzu kaçırıyor. Bunların hepsi Sarı Öküz?ün
suçu. Verin onu bize, siz kurtulun, biz de barış
içinde yaşayalım? demiş.
Boz Öküz, diğer önde gelenlerle görüşmek üzere
geri çekilmiş. Hepsi de sıcak bakmışlar bu
teklife. Bir tek yaşlı Benekli Öküz olmaz demiş,
ama kimseye dinletememiş sesini. Zavallı Sarı
Öküz, kurban edilmiş aslanlara. Hepsi birden
saldırmışlar zavallı öküzün üzerine. Bir ikisini
fırlatmış üstünden, ama bitkin düşmüş az
sonra. Çırpınmış, haykırmış, yardım istemiş,
yalvarmış, ama yokmuş onu işiten. Diğerleri
üzülmüşler üzülmesine, ama elden ne gelir ki.
Bütün sürünün selameti için gerekliymiş bu.
Gerçekten de günlerce sürüye hiçbir saldıran
olmamış. Huzur içinde geçer olmuş günleri. Ama
aslan milleti bu, ne kadar sabreder ki. Hele
öküz etinin tadını aldıktan sonra. Acıktık
demişler Topal Aslan'a, daha bir kaç hafta bile
geçmemişken. O da yine almış yanına bir kaçını,
bir defa daha gitmiş Boz Öküzün yanına.
Selam diye girmiş söze. Gördünüz ya biz aslanlar
ne denli uysal milletiz. Doğru kararınız için
sizi bir daha kutlamak isterim. Siz de huzur
içindesiniz, biz de. Ne mutlu. Yalnız buraya
bunları söylemek için gelmedim. Biri yüzünden,
korkarım hepiniz zarar göreceksiniz. Gelin verin
onu bize, bu konuyu burada kapatalım. Eskisi
gibi barış ve sevgi içinde yaşayalım.
Sizin Uzun Kuyruk demiş Topal Aslan, öyle uzun
bir kuyruğu var ki, nereden baksak görünüyor. O
kuyruğunu salladıkça bizim de aklımız başımızdan
gidiyor. Gözümüz dönüyor, sürüye saldırmamak
için kendimizi zor tutuyoruz. Halbuki siz öyle
mi, hepiniz normal kuyruklusunuz. Verin onu bize
sorun ortadan kalksın.
Boz Öküz, yine istişare yapmış sürünün
ulularıyla. Yine sadece Benekli Öküz olmuş karşı
çıkan. Hepsi de verelim gitsin demişler.
İstişare daha da kısa sürmüş bu defa.
Dışlamışlar Uzun Kuyruk'u sürüden. Saatler
sürmüş zavallının çırpınışları ama sonunda o da
yenik düşmüş aslanlara. Tekrar yinelenmiş bu
olanlar. Her geçen gün daha da semirmiş
aslanlar.
Alabildiğince güçlenmişler. Öküzlerse her geçen
gün daha da zayıflamışlar, seyreldikçe
seyrelmişler. Aslanlar,
küstahlaştıkça küstahlaşıyorlarmış. Artık bir
sebep bile söyleme gereği duymuyorlarmış. “Verin
bize şu öküzü, yoksa karışmayız” demeye
başlamışlar. Zavallı öküzlerin hayır diyebilecek
güçleri kalmamış. Hepsi birer birer can
veriyormuş aslanların pençesinde. Boz Öküz de
aralarında olmak üzere bir kaçı kalmış en sona.
“Ne oldu bize, ne zaman kaybettik bu harbi
aslanlara karşı, oysa ne kadar da güçlüydük?”
diye sormuş biri Boz Öküz'e. Biz, demiş Boz
Öküz, gözleri nemli ve sesi pişmanlıkla
titreyerek,
“Sarı Öküzü verdiğimiz gün kaybettik bu harbi.”
Bu hikayeden bir ders çıkartmak lazım. Öküzlüğün
alemi yok...
|
|
|